Yaz mevsiminin harman zamanı… Toprak kokusuna karışan mis gibi saman kokusu, kerpiç evlerin gölgeli duvarları, kireç badanalarının beyazına yansıyan güneş ışığı… ve sıcaklığı insanın içinde huzur doğradı, çocukluk yıllarımızın bir parçasıydı. O günlerin sıcak öğle sonralarında içimizi ferahlatan tek şey, testilerde soğutulmuş suyla giderilen susuzluktu. Her yudumda doğanın ve emeğin tadı vardı.
Köy çeşmesinin hemen yanı başındaki büyük dut ağacının altında serinlenirdik. Arada bir dalından kopup yere düşen olgun dutları avuçlarımıza alır, tatlısını damağımızda hissederdik. Çeşmeden akan suyun huzur veren sesiyle, havuzda yüzen kazların şen şakrak sesleri birbirine karışır, köye kendine has, büyülü bir atmosfer kazandırırdı.
Köy bakkalının önünde ise her zaman bir hareketlilik vardı. Yaşlı dedelerin toplanıp, geçmişten bugüne uzanan sohbetleri ve neşeli şakalaşmaları, o küçük alanı bir buluşma noktasına, bir yaşam alanına dönüştürürdü. Her biri hayatın farklı bir zamanından, farklı bir hikâyenin taşıyıcısıydı.
Yağmur sonrası o yollar çamura bulanırdı ama içimizi ısıtan başka bir şey olurdu o anlarda: Doğanın insanla konuştuğu bir sessizlik… Yorgun bir öğle sonrası eve doğru yol alırken, tozlu yollara düşen yağmurla birlikte yükselen
o toprak kokusu, adeta insanla doğanın birleştiği, başka hiçbir yerde bulunamayacak
bir huzuru taşırdı.
Zaman geçti, yıllar birbirini kovaladı. Şehirler büyüdü, hayat hızlandı. Ama insan, yaş aldıkça o eski, sade ve huzurlu günleri daha çok arar oldu. Belki de bu yüzden ne zaman bir dut ağacını görsem, ne zaman çeşmeden akan suyun sesini işitsem, çocukluğuma; köyümün toprak yollarına, serin testilere ve dut ağacının gölgesine dönerim.
Hayatın tüm karmaşasına rağmen, kalbimizin bir köşesinde hep o günlerin özlemi durur. Çünkü bazı anılar vardır; ne zaman hatırlansa, yüreğe huzur verir.
Mehmet Şeker